Storyline
Bored with her marriage to burnt out poet turned corporate executive Thierry, Zandalee falls prey to an old friend of her husband, the manipulative and egotistical Johhny and becomes enmeshed in a sensual, passionate and destructive affair. But it isn't only the flames of their erotic affair that are fanned by the steamy heat of the deep New Orleans nights; hatred, desire and revenge stalk the lovers' with a relentless precision, and for Zandalee, the moment of truth arrives with a terrifying finality. Written by <alf@st.nepean.uws.edu.au>
SARI TEBESSÜM (1992)
“EROTİK, DUYGUAL” – Senaryo “[1]” ve Yönetmen: Seçkin Yaşar, Diyalog:
İzzet Yasar, Sanat Yönetmeni: Mete Özgencil, Esat Tekand, Ali Dirier, Görüntü
Yönetmeni: Ümit Ardabak, Yardımcı Yönetmen: handan İpekçi, Basın Danışmanı:
Ayşe Durukan, Kurgu: Mevlüt Koçak,
Müzik: Müzikotek, Yapım: Doku Film/Ünal Küpeli, Seçkin Yasar. (Kültür Bakanlığı
ve Kodak katkılarıyla).
Oyuncular: Şahika Tekand, Mahir Günşiray, Levent Özdilek,
Zuhal Gencer, Güner Özkul, Kutay Köktürk, Suna Selen, Orhan Alkaya, Ayşen
Savaşkan, Ece Uslu, Nilgün Üstün, Güven Turan, Tarık Günerrsali
Konu: Eda (Şahika Tekand), bir resim galeriisinin sahibidir.
Çevresinde sevilen bir şair olan kocası İdris (Levent Özdilek), bir kuuruluşun
da sanat danışmanıdır. Bu entelllektüel çift, düşünsel açıdan uyum
sağlaamalarına karşılık, özellikle de Eda, cinsel yaşamında içten içe büyük bir
mutsuzluk yaşamaktadır. Çünkü, İdris, alkolik ve iktiidarsızdır. Kocası iş için
Paris'e gittiğinde Eda, bir gece, alkolün de etkisiyle yakın dostları ressam Erdal
(Mahir Günşıray) ile yatar. Bu ilişki giderek tensel bir tutkuuya dönüşür . İki
erkek arasında kalan Eda, cinsel aç lığını Erdal'ın yatağında giiderirken, yine
de kocasını sevmektedir. Ne var ki, Eda'ya tek başına sahip olmak isteeyen
Erdal, İdris'i kıskanmaya başlar. Bu ilişkiler sürüp giderken Eda, aralarındaki
şiddetli tutkunun kendisini Erdal'ın şehvet kölesi haline getirdiğini farkeder.
Ve Eda, sonunda Erdal'ı terkeder. (Agâh Özgüç)
* Seçkin Yasar'ın ilk uzun metrajlı sinema
filmi ve Türk sinernasında "en uzun, en soluklu sevişme sahneleri
rekoru" kıran bir deneme. (Bkz.: Agah Özgüç, "Türk Sinemasında
Cinselliğin Tarihi - Türk Sinemasında "Olgunluk Çağını Yaşıyan"
Kadınların Erotizmi/ Erotizmin Labirentlerinde İktidar Savaşı: Sarı
Tebessüm", s.: 176-178, Antrakt y.:, 1994).
ÖDÜL:
5. Uluslararası Ankara Film Festivali'nde (1993)
Seçkin Yaşar ve İzzet Yaşar "Umut Veren Yeni
Senaryo"
Şahika Tekand "Seçiciler Kurulu Özel
Ödülü" .
* Seçkin yaşar’ın merakla beklenen bu ilk filmi
iktidarsız olduğu söylenen (oysa bizim gördüğümüz fılmde bu özelliği pek
belirmeyen) bir şairle evli olan galeri sahibi bir kadının cinselliği genç bir
ressam da bulmasının öyküsünü anlatıyor. Senaryo çok iyi oluşturuImamış. Çok
benzer, giderek aynı durumların yinelenmesiyle dolu. (Belki gerçek yaşamda da
böyledir, ama sinema, yaşamı alıp iki saatlik bir filmin ölçütlerine indirgeme
sanatıdır.) Oyuncuların yönetimi de yer yer başıboş bırakılmış gibi. Işıklandırma,
kurgu yanlışları da var. Ama sonuç olarak bu, bizce başarılmış bir ilk fılm.
Yaşar öncelikle ele aldığı konunun ve kişilerin sonuna dek gitme, bizde hiç
işlenmemiş ölçüde sert bir sado-mazoşist ilişkiyi sonuna dek anlatma
yürekliliğini göstermiş. Bunu yaparken de, sinemamızın gelenekselleşmiş kadın
ve de (özellikle) erkek çekingenliklerini, "Oramı buramı göstermem, dilimi
kullanarak öpüşmem, gerçekten seks yaparmış gibi davranamam ... " türünden
karşı çıkışları önlemesini bilmiş. Karşımızdaki insanların gerçekkten tensel
bir tutkuyu yaşadıklarını, ömürlerinin bir süresi içinde 'sekse teslim
olduklanı' düşünmemek olanaksız. İşte erotik bir filmin olmazsa olmaz temel
öğesi ... Sadece bunu başarabildiği için bile, ben kendi adıma Seçkin Yaşar'ı
kutluyar, sinemamıza hoş geldin diyorum. Eğer erotizm ve kadın-erkek
birlikteliği üzerine fılmler yapmayı sürdürmek istiyorsa da, lütfen kimsenin
dediğini dinlemeyip yoluna devam etsin! ... “[2]”
!
Düşünsel ilişki mi, cinsel ilişki mi sorusunu getiren 'Sarı Tebessüm'ün neredeyse
yarısı kapalı mekanlarda, bazı Hollywood filmlerine de gönderme yapılan,
değişik yerlerdeki cinsel ilişki eylemlerine ağırlık veriyor. Oysa finalde,
düşünce beraberliğinden yana nokta konuyor. Bu çelişkiyi sineye çeksek bile,
oyuncu yönetimindeki yetersizliklerin yanısıra oyunculuk çabaları da müsamere
düzeyini pek geeçemiyor.
Sonuçta bu sado-mazohist ilişki ve aşk üçgeni çeşitlemesi
rahatlıkla hatta yer yer illgiyle seyrediliyor. (Sungu Çapan, Cumhuuriyet g.,
10 Eylül 1993)
!
Seçkin Yaşar'ın ne yapmak istediği hiç belli değil. Belli ki o da bu
dünyayı çok iyi tanıyor, bu dünyanın içinden geliyor. Ama "Sarı
Tebessüm", yönetmenlerimizin büyük bir çoğunluğunun, dünya yıkılsa dönüp bakmayacaklarının
bir kanıtı olmaktan öteye gidemiyor. Yat kalk, bunalım! Ortada "şehvetten
kuduranlar" ölçüsü dışında bir şey yok. Yaşar'ın anlatmaya gücü yettiği,
bildiği ve bilebildiği tek şey bu. (Tunca Arslan, Aydınlık g., 7 Eylül 1993)
!
Eurimages temsilcimiz Faruk
Günaltay'ın yapımcı ve yönetmenlerle yaptığı bir toplantıda, "Bu aşk
üçgeni öykülerinden vazgeçin. Batı artık bunları izlemek istemiyor. Bunları
yıllar önce yaptılar" dediği bir dönemde sinemamızın seyircisiyle
iletişiminin bunca azaldığı bir dönemde, yeniden aşk üçgeni filmi çekmek, üstelik
bunu çok kötü gerçekleştirmek, sinemamıza asıl darbeyi vuranların
sinemacılarımız olduğunu düşündürüyor yeniden. (Tamer Baran, Antrakt d., s.:
26, Kasım 1993)
!
"Tensel tutkuyu anlatabilmek, kuşkusuz usta işi bir biçim ve
oyunculuğu gerektirir. Böyle, sırtını cinselliğe dayamış bir filmde, tutkuyu
gösteren sahneler ön plana çıkmak zorundadır, ama "Sarı Teebessüm"
filminde müsamere düzeyindeki oyunculuk, ne yazık ki filme ağır bir darbe daha
indirmektedir. (Aslı Tunç, Antrakt d., s: 25, Ekim 1993)
!
Sonuç olarak, "Sarı Tebessüm", bir ilk filmden beklenenden çok
daha olgun sinema diline sahip bir ilk film. Ama iki ana karakterinde kastingi
(Ankara'da jüri özel ödülünü hakkıyla olan Tekand hariç) bizzzat hikayeyi
baltalıyor (Bu arada, Zuhal Gencer'in çok başarılı olduğunu da belirtelim).
Tabii, entellektüel bir çevrede geçen üçlü bir ilişkiyle ilgilendiğinizi
varsayarsak. (Sevin Okyay, Nokta d., 5 Eylül 1993)
!
Uzun yıllar ünlü yönetmenlere "asistanlık" apan ve onlardan
"feyz" alan Seçkin Yasar'ın "ilk" yönetmenlik denemesi
olan Sarı Tebessüm biri kadın ikisi erkek üç kişi arasında yaşanan bir
"aşk üçgeni" üzerine kuruluydu.
Film aynı zamanda sezonun
gösterime giren "ilk" yerli yapımı olma özelliğine de sahipti. Dahası
filmi Türkiye'deki Amerikan şirketlerinden biri olan Warner Bros işletiyordu.
Warner Bros'un böyle bir karar almasında geçen yıl UIP (United International
Pictures) film şirketi tarafından işletilen Seni Seviyorum Rosa ve Düş
Gezginleri'nin sağladığı gişe başarılarının (!) da payı oldukça büyüktü.
Ama unutulan ya da gözden kaçan nokta, bu filmlerin seyirci tarafından pek
beğenilmemiş olmasıydı.
Her neyse başrol
oyuncuları Şahika Tekand ve Mahir Günşiray'ın yataktan çıkmaya ve giyinmeye
pek fırsat bulamadıkları bu film, gerek erotizme ve gerekse kadın-erkek
ilişkilerine oldukça "maço" bir gözle bakıyordu.
Daha gösterime girmeden üzerinde
tartışılmaya başlanan filmi vizyona girdikten sonra izleyen herkes, filmin
“9.5 Weeks” 9,5 Hafta'ya benzerliğinden bahsetmeye başladı. Ama asıl
"tantana" arkadan geldi. Özel televizyonlardan biri, Sarı Tebessüm'ün
gösterimde olduğu günlerde Zandalee adlı bir film yayınladı.
İşte ne olduysa o zaman
oldu. Zandalee ile Sarı Tebessüm birbirinin aynıydı. Üstelik her
yönüyle. Konusu, karakterleri ile, dramatik yapısı ile ve hatta diyalogları
ile. Hani neredeyse iki film arasında "karbon kağıdı" varmışçasına
"olur ama, bu kadar da olmaz ki" dedirten cinsten bir benzerlikti bu.
Adeta tek yumurta ikizleri gibi.
Ancak arada bazı
farklılıklar olduğunu da söylemekte fayda var. En büyük fark ise iki film
arasındaki "sanatsal" duyarlılık. Zandalee ne kadar sıcak ve
duyguluysa, Sarı Tebessüm o kadar soğuk ve duygusuzdu. Bunu çok iyi
analiz eden seyircilerin çoğu filmi daha yarısına gelmeden ya da yarısından
biraz sonra "yarım" bırakarak kendilerini dışarıya atıyorlardı.
Öyle ya da böyle yine de
hatırı sayılır bir seyirci topluluğu tarafından izlenen Sarı Tebessüm zamanı
gelip "miadı" dolunca da sessiz sedasız gösterimden çıktı. Ama
erotizm in ve seksin neredeyse "peltesi"ni çıkaran bu filmin
insanlara "offf' dedirten özelliği akıllardan çıkmadı, çıkmayacak. Yani
kısaca gitti 500 milyon. (Nejat Çelik “Antrakt Sinema Dergisi” Haziran 1993
[1] Mari Kornhauser’in
eserinden, Sam Pillsbury’nin yönettiği ve 9 Mayıs 1991 yılında
Almanya’da gösterime giren “Zandalee” isimli filmden uyarlama. Bu filmde
başlıca rolleri; Nicolas Cage (1964), Judge Reinhold (1957) ve Erika Anderson
(1963) oynamışlardır. (kyn: www.imdb.com)
[2] Atillâ Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları” syf, 132.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder