3 Mart 2020 Salı

- SARI TEBESSÜM (1992) / Zandalee



 Mari Kornhauser’in eserinden, Sam Pillsbury’nin yönettiği ve 9 Mayıs 1991 yılında Almanya’da gösterime giren “Zandalee” isimli filmden uyarlama. Bu filmde başlıca rolleri; Nicolas Cage (1964), Judge Reinhold (1957) ve Erika Anderson (1963) oynamış. 



Storyline

Bored with her marriage to burnt out poet turned corporate executive Thierry, Zandalee falls prey to an old friend of her husband, the manipulative and egotistical Johhny and becomes enmeshed in a sensual, passionate and destructive affair. But it isn't only the flames of their erotic affair that are fanned by the steamy heat of the deep New Orleans nights; hatred, desire and revenge stalk the lovers' with a relentless precision, and for Zandalee, the moment of truth arrives with a terrifying finality. Written by <alf@st.nepean.uws.edu.au>


SARI TEBESSÜM (1992) “EROTİK, DUYGUAL”  Senaryo “[1]” ve Yönetmen: Seçkin Yaşar, Diyalog: İzzet Yasar, Sanat Yönetmeni: Mete Özgencil, Esat Tekand, Ali Dirier, Görüntü Yönetmeni: Ümit Ardabak, Yardımcı Yönetmen: handan İpekçi, Basın Danışmanı: Ayşe Durukan, Kurgu:  Mevlüt Koçak, Müzik: Müzikotek, Yapım: Doku Film/Ünal Küpeli, Seçkin Yasar. (Kültür Bakanlığı ve Kodak katkılarıyla).

Oyuncular: Şahika Tekand, Mahir Günşiray, Levent Özdilek, Zuhal Gencer, Güner Özkul, Kutay Köktürk, Suna Selen, Orhan Alkaya, Ayşen Savaşkan, Ece Uslu, Nilgün Üstün, Güven Turan, Tarık Günerrsali

Konu: Eda (Şahika Tekand), bir resim galeriisinin sahibidir. Çevresinde sevilen bir şair olan kocası İdris (Levent Özdilek), bir kuuruluşun da sanat danışmanıdır. Bu entelllektüel çift, düşünsel açıdan uyum sağlaamalarına karşılık, özellikle de Eda, cinsel yaşamında içten içe büyük bir mutsuzluk yaşamaktadır. Çünkü, İdris, alkolik ve iktiidarsızdır. Kocası iş için Paris'e gittiğinde Eda, bir gece, alkolün de etkisiyle yakın dostları ressam Erdal (Mahir Günşıray) ile yatar. Bu ilişki giderek tensel bir tutkuuya dönüşür . İki erkek arasında kalan Eda, cinsel aç lığını Erdal'ın yatağında giiderirken, yine de kocasını sevmektedir. Ne var ki, Eda'ya tek başına sahip olmak isteeyen Erdal, İdris'i kıskanmaya başlar. Bu ilişkiler sürüp giderken Eda, aralarındaki şiddetli tutkunun kendisini Erdal'ın şehvet kölesi haline getirdiğini farkeder. Ve Eda, sonunda Erdal'ı terkeder. (Agâh Özgüç)

Seçkin Yasar'ın ilk uzun metrajlı sinema filmi ve Türk sinernasında "en uzun, en soluklu sevişme sahneleri rekoru" kıran bir deneme. (Bkz.: Agah Özgüç, "Türk Sinemasında Cinselliğin Tarihi - Türk Sinemasında "Olgunluk Çağını Yaşıyan" Kadınların Erotizmi/ Erotizmin Labirentlerinde İktidar Savaşı: Sarı Tebessüm", s.: 176-178, Antrakt y.:, 1994).

ÖDÜL:

5. Uluslararası Ankara Film Festivali'nde (1993)
 Seçkin Yaşar ve İzzet Yaşar "Umut Veren Yeni Senaryo"
Şahika Tekand "Seçiciler Kurulu Özel Ödülü" .

Seçkin yaşar’ın merakla beklenen bu ilk filmi  iktidarsız olduğu söylenen (oysa bizim gördüğümüz fılmde bu özelliği pek belirmeyen) bir şairle evli olan galeri sahibi bir kadının cinselliği genç bir ressam da bulmasının öyküsünü anlatıyor. Senaryo çok iyi oluşturuImamış. Çok benzer, giderek aynı durumların yinelenmesiyle dolu. (Belki gerçek yaşamda da böyledir, ama sinema, yaşamı alıp iki saatlik bir filmin ölçütlerine indirgeme sanatıdır.) Oyuncuların yönetimi de yer yer başıboş bırakılmış gibi. Işıklandırma, kurgu yanlışları da var. Ama sonuç olarak bu, bizce başarılmış bir ilk fılm. Yaşar öncelikle ele aldığı konunun ve kişilerin sonuna dek gitme, bizde hiç işlenmemiş ölçüde sert bir sado-mazoşist ilişkiyi sonuna dek anlatma yürekliliğini göstermiş. Bunu yaparken de, sinemamızın gelenekselleşmiş kadın ve de (özellikle) erkek çekingenliklerini, "Oramı buramı göstermem, dilimi kullanarak öpüşmem, gerçekten seks yaparmış gibi davranamam ... " türünden karşı çıkışları önlemesini bilmiş. Karşımızdaki insanların gerçekkten tensel bir tutkuyu yaşadıklarını, ömürlerinin bir süresi içinde 'sekse teslim olduklanı' düşünmemek olanaksız. İşte erotik bir filmin olmazsa olmaz temel öğesi ... Sadece bunu başarabildiği için bile, ben kendi adıma Seçkin Yaşar'ı kutluyar, sinemamıza hoş geldin diyorum. Eğer erotizm ve kadın-erkek birlikteliği üzerine fılmler yapmayı sürdürmek istiyorsa da, lütfen kimsenin dediğini dinlemeyip yoluna devam etsin! ... “[2]

! Düşünsel ilişki mi, cinsel ilişki mi sorusunu getiren 'Sarı Tebessüm'ün neredeyse yarısı kapalı mekanlarda, bazı Hollywood filmlerine de gönderme yapılan, değişik yerlerdeki cinsel ilişki eylemlerine ağırlık veriyor. Oysa finalde, düşünce beraberliğinden yana nokta konuyor. Bu çelişkiyi sineye çeksek bile, oyuncu yönetimindeki yetersizliklerin yanısıra oyunculuk çabaları da müsamere düzeyini pek geeçemiyor.

Sonuçta bu sado-mazohist ilişki ve aşk üçgeni çeşitlemesi rahatlıkla hatta yer yer illgiyle seyrediliyor. (Sungu Çapan, Cumhuuriyet g., 10 Eylül 1993)

! Seçkin Yaşar'ın ne yapmak istediği hiç belli değil. Belli ki o da bu dünyayı çok iyi tanıyor, bu dünyanın içinden geliyor. Ama "Sarı Tebessüm", yönetmenlerimizin büyük bir çoğunluğunun, dünya yıkılsa dönüp bakmayacaklarının bir kanıtı olmaktan öteye gidemiyor. Yat kalk, bunalım! Ortada "şehvetten kuduranlar" ölçüsü dışında bir şey yok. Yaşar'ın anlatmaya gücü yettiği, bildiği ve bilebildiği tek şey bu. (Tunca Arslan, Aydınlık g., 7 Eylül 1993)

!  Eurimages temsilcimiz Faruk Günaltay'ın yapımcı ve yönetmenlerle yaptığı bir toplantıda, "Bu aşk üçgeni öykülerinden vazgeçin. Batı artık bunları izlemek istemiyor. Bunları yıllar önce yaptılar" dediği bir dönemde sinemamızın seyircisiyle iletişiminin bunca azaldığı bir dönemde, yeniden aşk üçgeni filmi çekmek, üstelik bunu çok kötü gerçekleştirmek, sinemamıza asıl darbeyi vuranların sinemacılarımız olduğunu düşündürüyor yeniden. (Tamer Baran, Antrakt d., s.: 26, Kasım 1993)

! "Tensel tutkuyu anlatabilmek, kuşkusuz usta işi bir biçim ve oyunculuğu gerektirir. Böyle, sırtını cinselliğe dayamış bir filmde, tutkuyu gösteren sahneler ön plana çıkmak zorundadır, ama "Sarı Teebessüm" filminde müsamere düzeyindeki oyunculuk, ne yazık ki filme ağır bir darbe daha indirmektedir. (Aslı Tunç, Antrakt d., s: 25, Ekim 1993)

! Sonuç olarak, "Sarı Tebessüm", bir ilk filmden beklenenden çok daha olgun sinema diline sahip bir ilk film. Ama iki ana karakterinde kastingi (Ankara'da jüri özel ödülünü hakkıyla olan Tekand hariç) bizzzat hikayeyi baltalıyor (Bu arada, Zuhal Gencer'in çok başarılı olduğunu da belirtelim). Tabii, entellektüel bir çevrede geçen üçlü bir ilişkiyle ilgilendiğinizi varsayarsak. (Sevin Okyay, Nokta d., 5 Eylül 1993)

! Uzun yıllar ünlü yönetmenlere "asistanlık" a­pan ve onlardan "feyz" alan Seçkin Ya­sar'ın "ilk" yönetmenlik denemesi olan Sarı Tebessüm biri kadın ikisi erkek üç kişi arasında yaşanan bir "aşk üçgeni" üzerine kuruluydu.

Film aynı zamanda sezonun gösterime giren "ilk" yerli yapımı olma özelliğine de sahipti. Dahası filmi Türkiye'deki Ameri­kan şirketlerinden biri olan Warner Bros işletiyordu. Warner Bros'un böyle bir ka­rar almasında geçen yıl UIP (United In­ternational Pictures) film şirketi tarafın­dan işletilen Seni Seviyorum Rosa ve Düş Gezginleri'nin sağladığı gişe başarılarının (!) da payı oldukça büyüktü. Ama unutu­lan ya da gözden kaçan nokta, bu filmle­rin seyirci tarafından pek beğenilmemiş olmasıydı.

Her neyse başrol oyuncuları Şahika Te­kand ve Mahir Günşiray'ın yataktan çık­maya ve giyinmeye pek fırsat bulamadık­ları bu film, gerek erotizme ve gerekse ka­dın-erkek ilişkilerine oldukça "maço" bir gözle bakıyordu.

Daha gösterime girmeden üzerinde tar­tışılmaya başlanan filmi vizyona girdikten sonra izleyen herkes, filmin “9.5 Weeks­” 9,5 Hafta'ya benzerliğinden bahsetmeye başladı. Ama asıl "tantana" arkadan geldi. Özel televizyonlardan biri, Sarı Tebes­süm'ün gösterimde olduğu günlerde Zan­dalee adlı bir film yayınladı.

İşte ne olduysa o zaman oldu. Zandalee ile Sarı Tebessüm birbirinin aynıydı. Üste­lik her yönüyle. Konusu, karakterleri ile, dramatik yapısı ile ve hatta diyalogları ile. Hani neredeyse iki film arasında "karbon kağıdı" varmışçasına "olur ama, bu kadar da olmaz ki" dedirten cinsten bir benzerlikti bu. Adeta tek yumurta ikizleri gibi.

Ancak arada bazı farklılıklar olduğunu da söylemekte fayda var. En büyük fark ise iki film arasındaki "sanatsal" duyarlı­lık. Zandalee ne kadar sıcak ve duyguluy­sa, Sarı Tebessüm o kadar soğuk ve duygu­suzdu. Bunu çok iyi analiz eden seyircile­rin çoğu filmi daha yarısına gelmeden ya da yarısından biraz sonra "yarım" bıraka­rak kendilerini dışarıya atıyorlardı.

Öyle ya da böyle yine de hatırı sayılır bir seyirci topluluğu tarafından izlenen Sarı Tebessüm zamanı gelip "miadı" do­lunca da sessiz sedasız gösterimden çıktı. Ama erotizm in ve seksin neredeyse "pel­tesi"ni çıkaran bu filmin insanlara "offf' dedirten özelliği akıllardan çıkmadı, çık­mayacak. Yani kısaca gitti 500 milyon. (Nejat Çelik “Antrakt Sinema Dergisi” Haziran 1993




[1] Mari Kornhauser’in  eserinden, Sam Pillsbury’nin yönettiği ve 9 Mayıs 1991 yılında Almanya’da gösterime giren “Zandalee” isimli filmden uyarlama. Bu filmde başlıca rolleri; Nicolas Cage (1964), Judge Reinhold (1957) ve Erika Anderson (1963) oynamışlardır. (kyn: www.imdb.com)
[2] Atillâ Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları” syf, 132.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder