3 Mart 2020 Salı

GÜNEŞİ UYANDIRMADAN 1992 / Straw Dogs




Amerikalı yönetmen Sam Peckinpah’ın Gordon Williams’ın romanından David Zelag Goodman’ın senaryosundan 1971 yılında filme çektiği “Straw Dogs” (Köpekler) filminden uyarlama. Filmde başlıca rolleri Dustin Hoffman, Susan George, Peter Vaughan oynamışlardır



Storyline

Upon moving to Britain to get away from American violence, astrophysicist David Sumner and his wife Amy are bullied and taken advantage of by the locals hired to do construction. When David finally takes a stand it escalates quickly into a bloody battle as the locals assault his house. Written by Andrew Hyatt <dres@uiuc.edu>


GÜNEŞİ UYANDIRMADAN (1993) Yönetmen: Nejat Gürsoy, Senaryo: Esat Şekeroğlu, Görüntü Yönetmeni: Ferhat Bakır, Yapım: Metro Film/Zeki Kafalı

Oyuncular: Murat Soydan, Yasemin Türkkan, Sırrı Elitaş, Kazım kartal, Kadir Savun

Konu: Cinselliğe doymayan 4 inşaat işçisinin, karşı evde bulunan kadına tecavüz etmelerini konu alan bir film. 






- SARI TEBESSÜM (1992) / Zandalee



 Mari Kornhauser’in eserinden, Sam Pillsbury’nin yönettiği ve 9 Mayıs 1991 yılında Almanya’da gösterime giren “Zandalee” isimli filmden uyarlama. Bu filmde başlıca rolleri; Nicolas Cage (1964), Judge Reinhold (1957) ve Erika Anderson (1963) oynamış. 



Storyline

Bored with her marriage to burnt out poet turned corporate executive Thierry, Zandalee falls prey to an old friend of her husband, the manipulative and egotistical Johhny and becomes enmeshed in a sensual, passionate and destructive affair. But it isn't only the flames of their erotic affair that are fanned by the steamy heat of the deep New Orleans nights; hatred, desire and revenge stalk the lovers' with a relentless precision, and for Zandalee, the moment of truth arrives with a terrifying finality. Written by <alf@st.nepean.uws.edu.au>


SARI TEBESSÜM (1992) “EROTİK, DUYGUAL”  Senaryo “[1]” ve Yönetmen: Seçkin Yaşar, Diyalog: İzzet Yasar, Sanat Yönetmeni: Mete Özgencil, Esat Tekand, Ali Dirier, Görüntü Yönetmeni: Ümit Ardabak, Yardımcı Yönetmen: handan İpekçi, Basın Danışmanı: Ayşe Durukan, Kurgu:  Mevlüt Koçak, Müzik: Müzikotek, Yapım: Doku Film/Ünal Küpeli, Seçkin Yasar. (Kültür Bakanlığı ve Kodak katkılarıyla).

Oyuncular: Şahika Tekand, Mahir Günşiray, Levent Özdilek, Zuhal Gencer, Güner Özkul, Kutay Köktürk, Suna Selen, Orhan Alkaya, Ayşen Savaşkan, Ece Uslu, Nilgün Üstün, Güven Turan, Tarık Günerrsali

Konu: Eda (Şahika Tekand), bir resim galeriisinin sahibidir. Çevresinde sevilen bir şair olan kocası İdris (Levent Özdilek), bir kuuruluşun da sanat danışmanıdır. Bu entelllektüel çift, düşünsel açıdan uyum sağlaamalarına karşılık, özellikle de Eda, cinsel yaşamında içten içe büyük bir mutsuzluk yaşamaktadır. Çünkü, İdris, alkolik ve iktiidarsızdır. Kocası iş için Paris'e gittiğinde Eda, bir gece, alkolün de etkisiyle yakın dostları ressam Erdal (Mahir Günşıray) ile yatar. Bu ilişki giderek tensel bir tutkuuya dönüşür . İki erkek arasında kalan Eda, cinsel aç lığını Erdal'ın yatağında giiderirken, yine de kocasını sevmektedir. Ne var ki, Eda'ya tek başına sahip olmak isteeyen Erdal, İdris'i kıskanmaya başlar. Bu ilişkiler sürüp giderken Eda, aralarındaki şiddetli tutkunun kendisini Erdal'ın şehvet kölesi haline getirdiğini farkeder. Ve Eda, sonunda Erdal'ı terkeder. (Agâh Özgüç)

Seçkin Yasar'ın ilk uzun metrajlı sinema filmi ve Türk sinernasında "en uzun, en soluklu sevişme sahneleri rekoru" kıran bir deneme. (Bkz.: Agah Özgüç, "Türk Sinemasında Cinselliğin Tarihi - Türk Sinemasında "Olgunluk Çağını Yaşıyan" Kadınların Erotizmi/ Erotizmin Labirentlerinde İktidar Savaşı: Sarı Tebessüm", s.: 176-178, Antrakt y.:, 1994).

ÖDÜL:

5. Uluslararası Ankara Film Festivali'nde (1993)
 Seçkin Yaşar ve İzzet Yaşar "Umut Veren Yeni Senaryo"
Şahika Tekand "Seçiciler Kurulu Özel Ödülü" .

Seçkin yaşar’ın merakla beklenen bu ilk filmi  iktidarsız olduğu söylenen (oysa bizim gördüğümüz fılmde bu özelliği pek belirmeyen) bir şairle evli olan galeri sahibi bir kadının cinselliği genç bir ressam da bulmasının öyküsünü anlatıyor. Senaryo çok iyi oluşturuImamış. Çok benzer, giderek aynı durumların yinelenmesiyle dolu. (Belki gerçek yaşamda da böyledir, ama sinema, yaşamı alıp iki saatlik bir filmin ölçütlerine indirgeme sanatıdır.) Oyuncuların yönetimi de yer yer başıboş bırakılmış gibi. Işıklandırma, kurgu yanlışları da var. Ama sonuç olarak bu, bizce başarılmış bir ilk fılm. Yaşar öncelikle ele aldığı konunun ve kişilerin sonuna dek gitme, bizde hiç işlenmemiş ölçüde sert bir sado-mazoşist ilişkiyi sonuna dek anlatma yürekliliğini göstermiş. Bunu yaparken de, sinemamızın gelenekselleşmiş kadın ve de (özellikle) erkek çekingenliklerini, "Oramı buramı göstermem, dilimi kullanarak öpüşmem, gerçekten seks yaparmış gibi davranamam ... " türünden karşı çıkışları önlemesini bilmiş. Karşımızdaki insanların gerçekkten tensel bir tutkuyu yaşadıklarını, ömürlerinin bir süresi içinde 'sekse teslim olduklanı' düşünmemek olanaksız. İşte erotik bir filmin olmazsa olmaz temel öğesi ... Sadece bunu başarabildiği için bile, ben kendi adıma Seçkin Yaşar'ı kutluyar, sinemamıza hoş geldin diyorum. Eğer erotizm ve kadın-erkek birlikteliği üzerine fılmler yapmayı sürdürmek istiyorsa da, lütfen kimsenin dediğini dinlemeyip yoluna devam etsin! ... “[2]

! Düşünsel ilişki mi, cinsel ilişki mi sorusunu getiren 'Sarı Tebessüm'ün neredeyse yarısı kapalı mekanlarda, bazı Hollywood filmlerine de gönderme yapılan, değişik yerlerdeki cinsel ilişki eylemlerine ağırlık veriyor. Oysa finalde, düşünce beraberliğinden yana nokta konuyor. Bu çelişkiyi sineye çeksek bile, oyuncu yönetimindeki yetersizliklerin yanısıra oyunculuk çabaları da müsamere düzeyini pek geeçemiyor.

Sonuçta bu sado-mazohist ilişki ve aşk üçgeni çeşitlemesi rahatlıkla hatta yer yer illgiyle seyrediliyor. (Sungu Çapan, Cumhuuriyet g., 10 Eylül 1993)

! Seçkin Yaşar'ın ne yapmak istediği hiç belli değil. Belli ki o da bu dünyayı çok iyi tanıyor, bu dünyanın içinden geliyor. Ama "Sarı Tebessüm", yönetmenlerimizin büyük bir çoğunluğunun, dünya yıkılsa dönüp bakmayacaklarının bir kanıtı olmaktan öteye gidemiyor. Yat kalk, bunalım! Ortada "şehvetten kuduranlar" ölçüsü dışında bir şey yok. Yaşar'ın anlatmaya gücü yettiği, bildiği ve bilebildiği tek şey bu. (Tunca Arslan, Aydınlık g., 7 Eylül 1993)

!  Eurimages temsilcimiz Faruk Günaltay'ın yapımcı ve yönetmenlerle yaptığı bir toplantıda, "Bu aşk üçgeni öykülerinden vazgeçin. Batı artık bunları izlemek istemiyor. Bunları yıllar önce yaptılar" dediği bir dönemde sinemamızın seyircisiyle iletişiminin bunca azaldığı bir dönemde, yeniden aşk üçgeni filmi çekmek, üstelik bunu çok kötü gerçekleştirmek, sinemamıza asıl darbeyi vuranların sinemacılarımız olduğunu düşündürüyor yeniden. (Tamer Baran, Antrakt d., s.: 26, Kasım 1993)

! "Tensel tutkuyu anlatabilmek, kuşkusuz usta işi bir biçim ve oyunculuğu gerektirir. Böyle, sırtını cinselliğe dayamış bir filmde, tutkuyu gösteren sahneler ön plana çıkmak zorundadır, ama "Sarı Teebessüm" filminde müsamere düzeyindeki oyunculuk, ne yazık ki filme ağır bir darbe daha indirmektedir. (Aslı Tunç, Antrakt d., s: 25, Ekim 1993)

! Sonuç olarak, "Sarı Tebessüm", bir ilk filmden beklenenden çok daha olgun sinema diline sahip bir ilk film. Ama iki ana karakterinde kastingi (Ankara'da jüri özel ödülünü hakkıyla olan Tekand hariç) bizzzat hikayeyi baltalıyor (Bu arada, Zuhal Gencer'in çok başarılı olduğunu da belirtelim). Tabii, entellektüel bir çevrede geçen üçlü bir ilişkiyle ilgilendiğinizi varsayarsak. (Sevin Okyay, Nokta d., 5 Eylül 1993)

! Uzun yıllar ünlü yönetmenlere "asistanlık" a­pan ve onlardan "feyz" alan Seçkin Ya­sar'ın "ilk" yönetmenlik denemesi olan Sarı Tebessüm biri kadın ikisi erkek üç kişi arasında yaşanan bir "aşk üçgeni" üzerine kuruluydu.

Film aynı zamanda sezonun gösterime giren "ilk" yerli yapımı olma özelliğine de sahipti. Dahası filmi Türkiye'deki Ameri­kan şirketlerinden biri olan Warner Bros işletiyordu. Warner Bros'un böyle bir ka­rar almasında geçen yıl UIP (United In­ternational Pictures) film şirketi tarafın­dan işletilen Seni Seviyorum Rosa ve Düş Gezginleri'nin sağladığı gişe başarılarının (!) da payı oldukça büyüktü. Ama unutu­lan ya da gözden kaçan nokta, bu filmle­rin seyirci tarafından pek beğenilmemiş olmasıydı.

Her neyse başrol oyuncuları Şahika Te­kand ve Mahir Günşiray'ın yataktan çık­maya ve giyinmeye pek fırsat bulamadık­ları bu film, gerek erotizme ve gerekse ka­dın-erkek ilişkilerine oldukça "maço" bir gözle bakıyordu.

Daha gösterime girmeden üzerinde tar­tışılmaya başlanan filmi vizyona girdikten sonra izleyen herkes, filmin “9.5 Weeks­” 9,5 Hafta'ya benzerliğinden bahsetmeye başladı. Ama asıl "tantana" arkadan geldi. Özel televizyonlardan biri, Sarı Tebes­süm'ün gösterimde olduğu günlerde Zan­dalee adlı bir film yayınladı.

İşte ne olduysa o zaman oldu. Zandalee ile Sarı Tebessüm birbirinin aynıydı. Üste­lik her yönüyle. Konusu, karakterleri ile, dramatik yapısı ile ve hatta diyalogları ile. Hani neredeyse iki film arasında "karbon kağıdı" varmışçasına "olur ama, bu kadar da olmaz ki" dedirten cinsten bir benzerlikti bu. Adeta tek yumurta ikizleri gibi.

Ancak arada bazı farklılıklar olduğunu da söylemekte fayda var. En büyük fark ise iki film arasındaki "sanatsal" duyarlı­lık. Zandalee ne kadar sıcak ve duyguluy­sa, Sarı Tebessüm o kadar soğuk ve duygu­suzdu. Bunu çok iyi analiz eden seyircile­rin çoğu filmi daha yarısına gelmeden ya da yarısından biraz sonra "yarım" bıraka­rak kendilerini dışarıya atıyorlardı.

Öyle ya da böyle yine de hatırı sayılır bir seyirci topluluğu tarafından izlenen Sarı Tebessüm zamanı gelip "miadı" do­lunca da sessiz sedasız gösterimden çıktı. Ama erotizm in ve seksin neredeyse "pel­tesi"ni çıkaran bu filmin insanlara "offf' dedirten özelliği akıllardan çıkmadı, çık­mayacak. Yani kısaca gitti 500 milyon. (Nejat Çelik “Antrakt Sinema Dergisi” Haziran 1993




[1] Mari Kornhauser’in  eserinden, Sam Pillsbury’nin yönettiği ve 9 Mayıs 1991 yılında Almanya’da gösterime giren “Zandalee” isimli filmden uyarlama. Bu filmde başlıca rolleri; Nicolas Cage (1964), Judge Reinhold (1957) ve Erika Anderson (1963) oynamışlardır. (kyn: www.imdb.com)
[2] Atillâ Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları” syf, 132.

SAPIK KADIN 1988 / Fatal Attraction



James Dearden’in (1949) senaryosundan, Adrien Lyne’nin (1941), 1987 yılında yönetmenliğini yaptığı “Fatal Attraction” (Öldüren Cazibe) isimli filmden uyarlama. Bu filmde başlıca rolleri; Michael Douglas (1944), Glenn Close (1947) ve Anne Archer (1947) oynamıştır


Storyline

Happily married New York lawyer Dan Gallagher has an affair with his colleague Alex, and the two enjoy a love weekend while Dan's wife and kid are away. But Alex will not let go of him, and she will stop at nothing to have him for herself. Just how far will she go to get what she wants? Written by Sami Al-Taher <staher2000@yahoo.com>


SAPIK KADIN (1988) Yönetmen: Orhan Elmas, Senaryo “[1]” : Safa Önal,  Görüntü Yönetmeni: Çetin Gürtop, Yönetmen Yardımcısı: Ümit Hiçdurmaz, Kamera Asistanı: Hakan Gürtop, Işık Şefi: Erol Karaşiray, Işık Ekibi: Aziz Kızkanç, İbrahim İrmik, Dublaj Yönetmeni: Mehmet Bozkuş, Sesleri Alan: Erkan Esenboğa, Negatif Montaj: Ömer Aksu, Renk uzmanı: Sabahattin Hoşses, Laboratuvar: Şems Tokgöz, Prodüksiyon Amiri: Adnan İrkut, Necati Şimşek, Yapım: Erler Film/Türker İnanoğlu, (Sineray Film Stüdyolarında hazırlanmıştır).

Oyuncular: Tarık tarcan, Perihan Savaş, Bahar Öztan, Tunç Parscan, Ekrem Dümer, Hüseyin Kutman, Mesut Sürmeli, Gülten Ceylan, Faruk Savun, Ahmet Canseven

Konu: Ahmet (Tarık Tarcan), genç yakışıklı ve başarılı bir avukattır. Güzel eşi Nevin (Bahar Öztan) ve küçük kızları ile mutlu bir evlilik yaşamı sürdürmektedirler. Ahmet bir davada, savunduğu müvekkili hakkında yalan haber yazan gazeteci Tülay’ı (Perihan Savaş) mahkemeye vermiştir. Ahmet’in eşi Nevin, kızı ile birlikte ailesini ziyarete gider. Ahmet bir toplantıda tanıştığı Tülay ile önce tartışır, sonra uzlaşırlar ve birbirlerinden hoşlanırlar. Tülay, güzel ve tutkulu bir kadındır. Sonunda Ahmet zaaflarına yenik düşer ve Tülay’la birlikte olur. Nevin eve döndüğünde Ahmet Tülay’la ilişkisini noktalamak ister. Tülay ise, Ahmet’e iyice bağlanmış, ondan kopmak istememektedir. Genç avukatı iş yerinden telefonla aramakta, yanıt alamayınca hırslanarak aramalarının sayısını arttırmaktadır. Tutkusu öyle bir düzeye ulaşır ki, intihara kalkışıp Ahmet’i yanına çağırır. Ona, ayrılığı kabullenmiş gibi davranır. Ama sözünü tutmaz, isim vermeden Nevin’i arayıp rahatsız etmeye başlar. Bununla da kalmaz, Ahmet’i her şeyi Nevin’e anlatmakla tehdit eder. Ahmet’i sahiplenme duygusu tüm benliğini sarmış durumda, onu kendisinden başkasına yar etmemek için öldürmeyi bile düşünmektedir. Hatta bunu dener ama başaramaz. Ahmet Tülay hakkında bilgi toplamaya başlar. Ve onun tehlikeli bir ruh hastası olduğunu öğrenir. Durumu polise bildirir. Evine döndüğünde Tülay’ı eşi Nevin’le salonlarında bulur ve dehşete kapılır. Tülay kendisini müvekkiliymiş gibi tanıtmıştır. Sonunda Ahmet Nevin’e olanları anlatır. Bu arada Tülay yeni planını eyleme geçirir. Ahmet’in kızını okul çıkışında teyzesi imiş gibi alır ve evine götürür. Çocuğu öldürmek amacıyla kaçırmıştır. Fakat yapamaz ve küçük kızı geri götürür. Sonra ansızın bir gece Ahmet’in evine gelir, bıçakla Nevin’e saldırır. Ahmet yetişir ve Nevin’i kurtarır. Tülay kavgada ölür. Ahmet ve ailesi için kabus dolu günler sona ermiştir...




[1] James Dearden’in (1949) senaryosundan, Adrien Lyne’nin (1941), 1987 yılında yönetmenliğini yaptığı “Fatal Attraction” (Öldüren Cazibe) isimli filmden uyarlama. Bu filmde başlıca rolleri; MihAEL Douglas (1944), Glenn Close (1947) ve Anne Archer (1947) oynamıştır. (Kyn: www.imdb.com)

2 Mart 2020 Pazartesi

DEHŞET GECESİ (1988) / The Accused




1988 yılı yapımı  The Accused (Sanık)  adlı filmden uyarlama. Yönetmen :  Jonathan Kaplan . senaryo : Tom Topor ve oyuncular Kelly McGillis, Jodie Foster, Bernie Coulson


Storyline

Sarah Tobias goes to her local bar and is gang-raped by three men. The district attorney on the case is Katheryn Murphy who wants to prove that although Sarah had taken drugs that night and was acting provocatively while in the bar, this is no reason for her to be so brutally attacked and the men responsible should be brought to justice. Written by Sami Al-Taher <staher2000@yahoo.com>


DEHŞET GECESİ  (1988) Yönetmen: Orhan Aksoy, Senaryo: Erdoğan Tünaş, ("The Accused-Sanık" adlı filmden) “[1]”, Foto Direktörü: Çetin Gürtop, Yönetmen Yardımcısı: Asiye Ural, Kamera Asistanı: Ali Gündoğdu, Işık Şefi: İbrahim İmik, Işık Asistanı: Hikmet Aydın, Mehmet Ali Gündoğdu, Renk Uzmanı: Sabahattin Hoşses, Sanat Yönetmeni: Sohban Koloğlu, Ses Mühendisi: Erkan Esenboğa, Set Elemanları: Cengiz Öktem (Şef), Bedri Uğur, Dekor Uygulama: Mümin Şerifoğlu, Cabit Balıkçılar, Negatif Montaj: Ömer Aksu, Fatma Yılmaz, Kurgu: Mehmet Bozkuş, Fotoğraflar: Sabahattin Oymak, Fotoğraf Asistanı: Beyhan Akbaş, Laboratuvar: Şems Tokgöz, Armağan Köksal, Aslan Tektaş, Prodüksiyon Temsilcisi: Adnan İrkut, Prodüksiyon Amiri: Necati Şimşek, Set Amiri: Cengiz Öktem, Yapım: Erler Film/Türker İnanoğlu (: Sineray) Film Stüdyosunda hazırlanmış ve seslendirilmiştir.)

Oyuncular: Gülşen Bubikoğlu, Fikret Hakan, Mustafa Alabora, Nazan Ayaz, Atilla Ergün,  Metin Belgin,  Akın Tunç, Nevin Aypar, Serpil Aklan, Turgut Özatay, Orhan Elmas, Ahmet Kostarika, Zübeyde Erden, Devrim Parscan, Ekrem Dümer, Gülten Ceylan, Faruk Savun, Yaşar Şener. Bahadır Tok, Çetin Cengiz, Osman Cengiz, Oktay Atasoy, Gökhan Koray, Turgut Özatay, Zübeyde Erden, Tuncay Halıcıoğlu, Yaşar Şener, Kaya Gürer, Gülten Ceylan, Osman Şimşek, Özalp Döndüren, Faruk Savun, Işıl Ay, Ali Ceyhan, Monica,

KONU: Yaralı olarak hastaneye kaldırılan, kanında alkol ve uyuşturucunun yanısıra tecavüze de uğramış olan Cemile (Gülşen Bubikoğlu) adlı genç kızı sorgulayan polis, ona inanmaz. Yeterli delil ve tanık yoktur. Olayı ihbar eden de ortalıkta görünmez ve Cemile fahişelikle suçlanır. Savcı Yalçın da (Fikret Hakan) komiser Mahmut gibi düşünür. Olayın geçtiği ve nişanlısı Sedat’la (Metin Bilgin) gittiği evde verilen partiye katılan herkes sorgulanır. Hepsi Cemile’nin kendi isteği ile geldiğini söyler. Cemile onları teşhis eder, fakat delil yetersizliğinden tüm zanlılar serbest kalır. Elebaşıları da bulunamaz. Yalçın, genç kıza inanır. Suçluları bulacaktır. Cemile, nişanlısı Sedat’ın uyuşturucu bağımlısı olduğunu geç öğrendiğini, onu hastaneye yatırmış olsa da sonuç alamadığını anlatır Yalçın’a. O gece de bu nedenle Sedat’ın arkasından gittiğini, bağımlıların elebaşı Akrep’in (Mustafa Alabora) Sedat’a uyuşturucu verdiğini, sonra hep birlikte kendisine tecavüz ettiklerini, yalnızca bir gencin onu kurtarmak istediğini söyler. Savcı Yalçın, telefon edip olayı haber verenin o genç olabileceğini düşünür. Kapanan dosyayı yeniden açar ve partideki gençleri yeniden sorgular. Soruşturma ilerleyince köşeye sıkıştığını hisseden Akrep, Sedat’ı öldürür. Cemile iyileşip işe başladığında, kendisine yardımcı olan genci görür ve ondan yardım ister. Sorgulanan gençler, gecenin en önemli tanığını görünce herşeyi itiraf edip, onları Akrep’in zorladığını anlatırlar. Polis Akrep’in, Akrep ise Cemile’nin peşindedir. Genç kızı işyerinde bulan Akrep’in bu son girişimi olacaktır. Cemile, içinde birikmiş kin ve öc alma duygusuna yenik düşüp Akrep’i öldürür… 


[1]The Accused” isimli filmin ilk çekimi  1949, ikincisi 1953, üçüncüsü 1988 tarihinde  sinema filmi olarak, dördüncüsü ise 2006 yılında TV filmi olarak çekilmişitir. Orhan Aksoy’un çektiği filmin hangi yıl çekilen filmin kopyası olduğu  anlaşılamamıştır. 

SENİ SEVİYORUM 1987 / Pépé Le Moko 1937




Henri La Barthe’nin romanından gene kendi yazdığı senaryodan Julien Duvivier’in (1896-1967) 1937’de filme aldığı ve 3 Mart 1941 yılında Amerika’da (USA) gösterime giren “Pépé Le Moko” isimli filmden uyarlama. Başlıca rolleri Jean Gabin (1904-1976), Gabriel Gabrio (1887-1946) ve Fernan Charpin (1887-1944) oynamıştır.


Storyline
Pépé le Moko is a gangster from Paris that hides in Algier's Casbah. In the Casbah, he is safe and is able to elude the police's attempts to capture him. But he misses his freedom, after two years in the Casbah. He meets a gorgeous Parisian tourist, Gaby, and they fall in love. Native inspector Slimane tries to use her to attract Pépé out of the Casbah in order to catch him. Written by Yepok




SENİ SEViYORUM (1987) – Yönetmen: Orhan Elmas, Senaryo: Safa Önal, Görüntü Yönetmeni: Rafet Şiriner, Yapım: Sezer  Film/Sezer İnanoğlu

Oyuncular: Yaşar Alptekin, Melike Zobu, Nazlı Birand, Ekrem Dümer, Zeynep Erman, Peri Han,

Konu: Kendisiyle alay eden zengin bir ailenin kızını intikam için kaçıran ancak sonra birbirlerine aşık olan  gençlerin aşkları.


HIRSIZ 1986 / Thief of Hearts (1985)



Douglas Day Stewart’ın senaryo ve rejisiyle 1985 yılında vizyona giren “Thief of Hearts” isimli filminden uyarlama. Filmde başlıca rolleri Steven Bauser, Barbra Williams ve John Gets oynamışlar.



Storyline

A woman trapped in a boring marriage begins an affair with a handsome man who seems able to read her mind. She doesn't know that he has broken into her house and read her diaries, where she has recorded her deepest thoughts and fantasies. Written by <paultb@voicenet.com>


HIRSIZ (1986) – Senaryo “[1]” ve Yönetmen: Zafer Par, Görüntü Yönetmeni: Sertaç Karan, Yapım: Işıklar Film/Yavuz Işıklar
Oyuncular: Gökhan Güney, Deniz Akbulut, Ünsal Emre, Baykal Kent, Civan Canova

Konu: Hırsızlık yapmak üzere girdiği roman yazarının karısının duvardaki resmine hayran kalan ve ona aşık olan bir adamın öyküsü.


[1] Douglas Day Stewart’ın senaryo ve rejisiyle 1985 yılında vizyona giren “Thief of Hearts” isimli filminden uyarlama. Filmde başlıca rolleri Steven Bauser, Barbra Williams ve John Gets oynamışlar. (kyn: www.imdb.com)


GARİP 1986 / The Kid”



Charles Chaplin’in 1921 yılında yazıp yönettiği ve başlıca rollerini Charles Chaplin (1889-1977), Jackie Coagan (1914-1984), Carl Miller (1893-1979) ve Edna Purviance’ın (1895-1958) paylaştıkları “The Kid” isimli film uyarlaması



Storyline

The opening title reads: "A comedy with a smile--and perhaps a tear". As she leaves the charity hospital and passes a church wedding, Edna deposits her new baby with a pleading note in a limousine and goes off to commit suicide. The limo is stolen by thieves who dump the baby by a garbage can. Charlie the Tramp finds the baby and makes a home for him. Five years later Edna has become an opera star but does charity work for slum youngsters in hope of finding her boy. A doctor called by Edna discovers the note with the truth about the Kid and reports it to the authorities who come to take him away from Charlie. Before he arrives at the Orphan Asylum Charlie steals him back and takes him to a flophouse. The proprietor reads of a reward for the Kid and takes him to Edna. Charlie is later awakened by a kind policeman who reunites him with the Kid at Edna's mansion. Written by Ed Stephan <stephan@cc.wwu.edu>

GARİP (1986) – Senaryo ve Yönetmen: Yücel Uçanoğlu, Görüntü Yönetmeni: Sedat Ülker, Ümit Ardabak, Yapım: Servidal Film/Semih Servidal


Konu: Küçük yaşta anasoız babasız kalan bir genç kızla, birlikte büyüdüğü ağa oğlunun aşk öyküsü.

BEYAZ BİSİKLET / La Dantellliere




Başrollerini Isabelle Huppert, Yves Beneyton, Florence Giorgetti gibi oyuncuların oynadığı ve senaryosunu Claude Goretta ve Pascal Lainé’ın beraber yazdığı, yönetmenliğini Claude Goretta’nın yaptığı 1977 yılı yapımı "Dantelli Kız" "La Dantellliere" isimli filmden uyar-lama (www.imdb.com)


Storyline

Timid, discreet, and humble, the guileless nineteen-year-old assistant hairdresser, Pomme, lives with her doting mother and works in a Parisian beauty salon. When Pomme's only friend and polar opposite--the experienced, sensuous and independent beautician, Marylène--decides to take her along on a vacation at the heart of Normandy, in the chic seaside resort of Cabourg, the virginal woman has a chance encounter with the cultivated literature student, Francois. Head-over-heels in love with each other, the young and inexperienced couple returns to Paris with big dreams; however, life is as exciting as it is complicated. Now, one of the ardent lovers has a change of heart. Is Francois and Pomme's cold separation inevitable? Written by Nick Riganas



BEYAZ BİSİKLET (1986) – Yönetmen: Nisan Akman Akman, Senaryo: Eriş Akman, “[1]” Görüntü Yönetmeni: Erol Sayıbaşı, Müzik: Mehmet Teoman, Yapım: Elif Film/Mehmet Taluğ

Oyuncular: Derya Arbaş, Yaşar Alptekin, Songül Ülkü, Sedef Ecer, Şebnem Eren, Sonat Bilgin

Konu: Bir gazellik salonunda manikürcülük yapan Sedef’le (Derya Arbaş), Gözde (Songal Ulha) birlikte yaz tatiline çıkarlar. Birbirlerine zık iki ayrı karakter taşıyan Sedef masum, Gözde ise uyanık bir kızdır. İki arkadaş birer sevgili bulurlar. Sedef’in tatil arkadaşlığı büyük bir sevgiye dönüşür ve evlenirler. Ne var ki kısa bir süre sonra farklı kişilikleri ortaya çıkar. Sonuç, kaçınılmaz bir mutsuzluktur.
Ödül: 23. Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde (1986) "jüri 'özendirme ödülü" aldı. Ayrıca Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Ödülü (4 milyon TL.) ile değerlendirilid.

Eleştirler:

* Film aslına ihanet eden bir "kopya" düzeyinde kalmış, bir uyarlamaya dönüşememiş. İnceliklerden, espiriden yoksun kaba bir senaryo, bir fotoroman duyarlığı, Yaşar Alptekin'in kolay yenilip yutulamaz oyunuyla birleşince, ortada pek önemli bir şey kalmıyor. Bu "temiz" çalışmaya, böylesine temizliğinden ötürü bir jüri özel ödülü değil, bir "Omo özel ödülü" daha yakışırdı. Filmin Kültür Bakanlığınca ödüllendirilmesine gelince... Bu ödüle karşı değiliz. Genç sinemacılar desteklenmeli. Ama filmin dış ülkelerde yollanacağı haberine şaşırdık. (Bakanlığın ödül verip satın. aldığı filmler, otomatik olarak dış ülkelere yollanıyor). Bakanlığın sinema işlerinin başında bulunan zat, sinemadan hiç anlamayabilir (anlamıyor da zaten) ama dış ülkelerde her ciddi sinema adamının ezbere bildiği "Dantelci Kız" filminin yerli kopyasını karşılarında bulanlar bize popolarıyla gülecekler. (Atilla Dorsay, Aslına ihanet eden kopya, Cumhuriyet, 19 Aralık 1986).

** İlk yönetmenlik sınavı veren Nisan Akman'a fazlaca yüklenmeyelim, Bunca kusur arasında, filmin erdemleri kendine özgü güzellikleri yok mu? Elbette ki var. Sedef’in hüzünle sevinçlerinin, geçmişte kalan beyaz, küçük bir bisikletle betimlenmesi ve bu sahnelerin olağanüstü güzellikte olması, bunca kusurlarına rağmen, filmin, fakir kız-zengin erkek arasındaki şablonumsu ilişkilere dönüşmeden düz, sade ve kalıcı sayılabilecek bir görüntü anlatım kıvamına ulalaşması, elbetteki Akman’ın olumlu sayılabilecekyanları….(Burçak Evren, Dantelci Kızdan Beyaz Bisiklete, Güneş G. 19.12.1986)

***  Beyaz Bisiklet fazla özgünlüğü ve derinliği olan bir fılm değil. Ama iyi niyetli bir başlangıç yapan Nisan Akman'ın bundan sonrası için ümit verdiğini belirtmeliyiz. (Erdal çetin, Milliyet, 18 Aralık 1986). “[2]


[1] Başrollerini Isabelle Huppert, Yves Beneyton, Florence Giorgetti gibi oyuncuların oynadığı ve senaryosunu Claude Goretta ve Pascal Lainé’ın beraber yazdığı, yönetmenliğini Claude Goretta’nın yaptığı 1977 yılı yapımı "Dantelli Kız" "La Dantellliere" isimli filmden uyarlama (www.imdb.com)
[2] Agah Özgüç, “Türk Filmleri Sözlüğü” 2. Cilt,syf; 256


ASSOLİST / Lipstick



1976 yılında David Rayfiel’in senaryosundan, Lamont Johnson’un yönetiminde filme alınan ve baş rollerini; Margaux Hemingway (Chris Mc Cormick), John Bennett Perry (Martin Mc Cormick), Mariel Hemingway (Kathy Mc Cormick)’in oynadığı “Lipstick” filminden uyarlama.


Storyline

Composer Gordon Stuart brutally rapes a fashion model, goes to trial, gets freed, comes back and rapes her little sister. She takes revenge. Written by Humberto Amador


ASSOLiST (1985) -  Senaryo ve Yönetmen: Ülkü Erakalın, Görüntü Yönetmeni: Erhan Canan, Yapım: Metro Film/Zeki kafalı

Oyuncular: Ayşe Tunalı, Bülent Bilgiç, Yıldırım Gencer, Tuluğ Çizgen, Bülent Kayabaş, Hüseyin Kutman, Neriman Köksal, Bülent Polat

Konu: Bir şarkıcı ile onu seven bir erkeğin hikayesi, Filmde Ayşe Tunalı’nın şarkıları göz doldurmakta.



GECELERİN KADINI / “Waterloo Bridge


  
Robert E. Sherwood’un hikayesinden, S.N.Behrman’ın senaryosunu yazdığı ve Mervyn LeRoy’un yönettiği 1940 yapımı “Waterloo Bridge” Waterloo Köprüsü filminin Türkçe uyarlaması. Filmin başrollerinde Vivien Leigh (1913-1967), Robert Taylor (1911-1969) oynamışlardır.

Storyline


On the eve of World War II, a British officer revisits Waterloo Bridge and recalls the young man he was at the beginning of World War I and the young ballerina he met just before he left for the front. Myra stayed with him past curfew and is thrown out of the corps de ballet. She survives on the streets of London, falling even lower after she hears her true love has been killed in action. But he wasn't killed. Those terrible years were nothing more than a bad dream is Myra's hope after Roy finds her and takes her to his family's country estate. Written by Dale O'Connor <daleoc@interaccess.com>





GECELERİN KADINI (1983)  Senaryo “[1]” Ve Yönetmen: Osman F. Seden, Görüntü Yönetmeni: Salih Dikişçi, Yapım: Can Film/Can Özer

Oyuncular: Banu Alkan, Faruk Peker, Metin Serezli, Suna Selen, Yüksel Gözen, Diana Taylor, Eray Özbal, Bülent Bilgiç

Konu: Sevdiği erkeğin Şam’da öldürüldüğünü öğrenince tüm yalantısı alt üst olan ve kötü yola düşen kadının trajik öyküsü.

· Sahil kasabası motel, boktan bir diskotek. Dans, özenti gençlik ayakları. Üst baş dökülüyor. O zamanki kılıklar şimdiki doğu bloğu ülkelerin vatandaşları gibi rüküş ve fakir. T ecavüzcü Coşkun çaktırmadan esrar sarıyor. Kötü bunlar kötü, yoz bunlar. Esrarı zuladan çaktırmadan uzatıyor. Faruk Peker esrarı çekiyor, oohh diyor. Kameraya doğru üflüyor, sanki esrar reklamı. Gözler bayılıyor, yanındaki genç kıza uzatıyor. "Çeksene", "Hayır" diyor kız. "Yanında ben varım hayatım." Kız esrarlı sigarayı çekiyor. Başı dönüyor, Faruk Peker "Ben kızı oteline bırakayım" diyor ve kızla birlikte çıkıyorlar. Arkadan diğer arkadaşları da geliyor. Yani tecavüz grubu. Ağaçlıklı bir yerde, kamuya açık alanda kızı kamulaştırıyorlar. Coşkun'u bu seks kesmiyor, "Kızı öldürelim abi" diyor. "Gider konuşursa hepimiz yanarız." Coşkun kızı öldürüyor. Bir de öldürdükten sonra sevişiyor.

Kızın yüzüne bir gazete kağıdı örtmüşler polis telsizleri ... Komser cin, her şeyi anlıyor. "Uyuşturucu sonra da tecavüz." Kamera kızın kolyesine yaklaşıyor, (niye acaba?) polis tekrar konuşuyor. "Kızın kimliğini araştırın."

Faruk Peker'in vicdanı hür, irfanı hür. Eskisi gibi takılmakta. Bodrum yat limanında bir teknede Banu Alkan seksi bikinisiyle güneşlenmekte. Gayet tanga baldır bacak, güneş gözlüğü. Faruk bu yabancı kadına hasta oluyor, zaten akşam barda da rastlaşacaklar. Bakışlar, bakışlar ... Araya deniz, Bodrum Kalesi. Akşam barda Banu yine dekolte bir elbise giymiş, göğüsler lambur lumbur, nasıl hasta olmazsın hele Faruk Peker gibi dam salaksan.

Yoo aslında bardaki elbise sandığımız şey meğer gecelikmiş. Banu kafayı yemiş gecelikle çıkmış. Faruk hedefe kitleniyor. Şak yanaşıyor. Birazdan konuşacaklar. ..
"Sizi buralarda ilk görüyorum ... Daha önceleri. .. "
"Evet yeni geldim ... Ama siz buraların en çapkın adamı olmalısınız. Öyle söylüyorlar."
Faruk bir sigara yakıyor. "Yok canım abartmışlar."
"En çapkın ve en hızlısı" ve devam ediyor iğnelemeye.

"Zavallı genç kızların kalbini çalan ve onları insafsızca ... " cümlenin sonunu tamamlamıyor. Faruk Peker şaşırıyor, ne demek istiyor bu kadın. "Ne demek istiyorsunuz?"

Banu acı acı gülüyor. "Hiçbir şey demek istemedim." Faruk biraz geriliyor. Banu devam ediyor konuşmaya. "Gerçekten yakışıklısınız sizden uzak durmak lazım."

Faruk rahatlıyor. "Sizde çok güzelsiniz." "Bütün genç kızları bu şekilde mi tavlarsınız."

Faruk içkisini fondip yapıyor ve bardan çıkıyor. Şimdiye kadar hiçbir kadın onunla böyle konuşmamıştı, neydi bu cesaret. "Yo, yo ondan etkilendim mi ne?"

Yine bıktırıcı manzaralar, bir yat denizde yol almakta, Bodrum Kalesi'ne zum. Turistik eşyalar. Banu bu sefer başka bir bikini tanga karışımı moda acayip bir şey giymiş. Ben bu mayoları Banu Alkan'dan başka kadının üzerinde görmedim. Kamera zum yapıyor. Banu'ya yapsa iyi, sapık kameraman kalçalara yaklaşıyor.

Faruk Peker balık adam, ahtapot yakalamış dipten çıkıyor. Kıyıda filmi seyreden bir kalabalık. Artisieri tanımışlar. Banu'nun sandalı devriliyor. Faruk balık adam kılığında hemen yardıma gidiyor. Banu'yu kucaklayıp kıyıya çıkartıyor. Kalabalık gülüyor. Faruk'la Banu arasında bir yaklaşma başlıycak. "Hayatımı kurtardınız az kalsın boğuluyordum." Hala kucakta, "Hiçbir önemi yok, bunu kim olsa yapardı". Banu manalı manalı bakıyor sonra "Belki de geçmişte işlediğiniz bir günahı ödediniz." Anananann! Ne demek istedi şimdi? Kim bu kadın? Yoksa tecavüzden sonra öldürülen kızı biliyor mu? Kim olursa olsun ondan hoşlanıyorum. Bakışlar, bakışlar ... "Geçmişte ne günahım olabilir ki?" Dan! Dan! müzik vurgusu, tekrar bıktırıcı bakışlar, "Herkesin mutlaka geçmişte bir günahı vardır demek istedim."

Kalabalık Bodrumlu yerliler artislere bakmakta. Faruk'ta IQ düşük hala bu kadının intikamcı kadın olduğunu anlamadı. Faruk'un evi mi? Bir yerde öpüşüyorlar, sonra bir vazonun çiçeklerinin arkasında sevişiyorlar. Böylece Banu'nun yağlı kalçaları görünmüyor.

Sabahın olduğunu nasıl anlayacağız ... Tabii ki güneş doğarken bir çekim, yine Bodrum Kalesi. Yatlar, Banu ve Faruk balkanda çay içiyorlar. Plan, deniz manzarası. Banu ve Faruk elele marinada yürüyorlar. Plan değişiyor, Halikarnas'ın oralarda yine el ele. Biri sesleniyor "Hey Faruk!" Faruk dönüp bakıyor. Tecavüzcü Coşkun. Banu'nun şüpheli bakışları heriften kıl kapıyar. Müzik, zum, yakın plan tecavüzün yakın planı. En pis haliyle Coşkun yavşıyor. "Yengemle tanıştırmayacak mısın?" Faruk fena bozuluyor. Bu sefer ciddi, bu kadından etkilendi. "Bozulma abi ya, ne dedim ki?" Coşkun uzuyor. Banu peşinden bakıyor. "Kim bu adam?" "Fazla samimiyetim yok, itin biri." Bu cevap Banu'yu tatmin etmiyor.

Bir manzarada yemek yiyorlar. Masada masraf olmasın diye fazla bir şey yok. Çaydan viski. Su, peçete, çatal, tabak. Allah ne verdiyse. Ha, çiçek de var. Figüran garson elleri arkada beklemekte, o da filmde çıkmakta. Suratında anlamsız bir ifade. Faruk soruyor. "Bana kendinden  bahsetsene, hikayeni  merak ediyorum" Banu hikayesini özet anlatıyor….mütavazi bir hayatım vardı, ta ki kız kardeşim öldürülünceye kadar…." Faruk morarıyor. "Ne kız kardeşin mi öldürüldü. Dan! Dan! Dan! müzik kalp ritmi. Yakın gözler, kindar bakışlar. "Nen var senin, biraz tedirgin gibisin?" "Yok, yok bir şey." En en ennnnnnn! Yakalandın.

Akşam yine sevişiyorlar, Banu çarşafa dolanmış kaba etleri yanlardan fışkırmış. Faruk, Banu'nun çantasını  karıştırıyar. Böyle bir kötü huyu var. Çantadan bir fotoğraf çıkıyor. Dan! Dan! Dan! Vurgu, müzik, öldürülen kızın resmi  iyi, ama bu resmin Banu'da ne işi var? Hastir, baltayı taşa vurduk. Demek bu kadın ablası. Şimdi bilmezlikten geleceğim ve oyuna devam. Banu uyanıyor, ne , kadar da neşelı mutlu  oysa Faruk betlerde. "Yüzünden düşen bin parça sevgilim:"  "Yok bir şey iyiyim." Banu yine acaip bikinisiyle  havuza giriyor.

Faruk tecavüzcü Coşkun'la buluşuyor, durumu anlatıyor. Sonra fırçalıyor? "Hep senin yüzünden, öldürmeyecektin onu." Coşkun işi kökünden halletmek istiyor. Büyük Ortadoğu planı gibi. "Onu da öldürelim gibi." Fena fikir  değil: halbuki ne kadar sevmişti Banu'yu. Düşüncelere dalıyar. Şimdi film hiç haketmediği halde psikolojik gerilim kazanıyor. Sevdıği kadını öldürebilecek mi? Flaşback, Banu'yla sevişmeler elele yürümeler.

imdi Banu bilmemezlikten geliyor, yani  senaryoyu bilmiyormuş gibi yapıyor. Faruk terliyor. Birlikte bır uçurumun kenarına geliyorlar, elinde tabanca Coşkun kayaların arkasında. Faruk aniden hüngür hüngür ağlıyor. ",Hayır , hayır.' yapamayacağım ... Ben bir caniyim, Banu  seni öldüreceğim.  Kız kardeşine esrar içiren bendım, ama öldüren ben değildim affet beni." Kayaların arkasından Coşkun çıkıyor. Tabancayı uzatıyor, Faruk Banu'yla Coşkun'un arasına giriyor "yapma dur." Sonra Coşkun'un üzerine atlıyor, iki  yumruk Ah. Coşkun geri geri giderken uçuruma yuvarlanıyor. "AAAAHHHH!" Faruk ve Banu sarılıyorlar. "Affet beni Banu!", "Sen bana sevmeyi öğrettin." Güneş batıyor ... Ve Banu tabancayı çekiyor. "Ama kız kardeşimin intikamını almaya yemin etmiştim" diyor. Bir el tabanca sesi. Faruk yerde yatıyor. Son yazmakta.

Not: Yukarıdaki filmin konusunu, afişine bakıp yazdım eğer böyle bir konusu varsa tamamen tesadüfidir. “[2]





[1] Robert E. Sherwood’un hikayesinden, S.N.Behrman’ın senaryosunu yazdığı ve Mervyn LeRoy’un yönettiği 1940 yapımı “Waterloo Bridge” Waterloo Köprüsü filminin Türkçe uyarlaması. Filmin başrollerinde Vivien Leigh (1913-1967), Robert Taylor (1911-1969) oynamışlardır.
[2] Osman Cavcı, “Yanlış Anlaşılan Filmler”